DOLAR 32,5842 0.28%
EURO 34,7557 -0.07%
ALTIN 2.501,180,69
BITCOIN %
Ankara
18°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

84 okunma

Michael Roberts: Fincancı’nın tutuklanması, temel insan haklarına yakında müsamaha gösterilmeyeceğinin göstergesidir

ABONE OL
13 Aralık 2022 04:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Vartan Halis Yıldırım

Prof. Şebnem Korur Fincancı’nın serbest bırakılması için çok sayıda entelektüel bir çağrı metnine imza attı. Bu kampanya çerçevesinde imzacılardan olan ekonomist Michael Roberts, “Fincancı’nın tutuklanması bana, ekonomide ciddi sorunlar ortaya çıktığında, hükümetin politikalarının eleştirilmesine izin veremeyeceğini ve bunun yerine muhalefeti bastırmaya çalıştığını gösteriyor” dedi.

‘The Great Recession’ (2009), ‘The Long Depression’ (2018), ‘World in Crisis’ (2018) ve yakın zamanda ise ‘Capitalism in the 21st century’ (2023) kitaplarının yazarı olan Roberts, Vartan Halis Yıldırım’la Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasını ve Türkiye ekonomisinin durumunu konuştu.

Türkiye’deki siyasi durumu ekonomik durumla birlikte nasıl düşünebiliriz? Türkiye hükümeti iyimser bir şekilde sorunlarını önümüzdeki yılın ilk yarısında çözeceğini beyan ediyor. Türkiye’de sosyal ve ekonomik sorunlara ilişkin tartışmalar devlet baskısı, sürgün, işten çıkarma, yaptırım, yasak ve hapis gibi engellerle sınırlanmıştır. Şebnem Korur Fincancı gibi pek çok kişi gibi tutuklanmıştır. Başta on yıllardır insan haklarını savunan Fincancı’nın tutuklanması olmak üzere bütün bu tutuklanmalar bize ne ifade ediyor?

Bir ekonomist olarak Profesör Fincancı’nın tutuklanması bana, ekonomide ciddi sorunlar ortaya çıktığında -örneğin hayat pahalılığı, tasarrufların değerini kaybetmesi ve kamu hizmetlerinin kötüleşmesi- hükümetin politikalarının eleştirilmesine izin veremeyeceğini ve bunun yerine muhalefeti bastırmaya çalıştığını gösteriyor. Profesör Fincancı’nın tutuklanması, görüş bildirme ya da soruşturma talep etme gibi temel insan haklarına yetkililer tarafından yakında müsamaha gösterilmeyeceğinin bir göstergesidir. Gerçekten de Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik kriz, daha az tartışmayı ya da alternatif görüşlerin bastırılmasını değil, ne yapılması gerektiği konusunda daha fazla tartışmayı ve açık sorgulamayı gerektirmektedir.

‘Türk sermayesinin kârlılığının Büyük Durgunluk’un sonundan bu yana keskin bir düşüş içinde olduğunu’ yazmıştınız. Bugüne gelene kadar bu nasıl devam etti?

Türkiye sermayesinin kârlılığı Büyük Durgunluk’un sonundan itibaren düşmeye devam etti ve özellikle 2020’deki derin Covid-19 pandemisi çöküşü sırasında düştü. O zamandan bu yana toparlanma, enflasyonist bir sarmalın ekonomiyi kuşatmasıyla zayıf kaldı.

‘ENFLASYON ÇOĞU ÜLKEYİ ETKİLEDİ ANCAK HİÇBİRİ TÜRKİYE KADAR ACI ÇEKMEDİ’

Türkiye şu anda dünyadaki en yüksek enflasyon oranlarından birine sahip. Hükümet bunu sadece küresel gelişmenin bir sonucuna indirgiyor. Küresel gelişme nedir ve Türkiye’de sadece onun bir sonucu mu yaşanıyor?

Yükselen enflasyonun tüm büyük ekonomileri etkisi altına aldığı ve enflasyon oranlarının son 40 yılın en yüksek seviyelerine ulaştığı doğrudur. Enflasyonun nedeni, pandemi sonrasında ekonomilerin dışa açılmasıyla birlikte mal ve hizmetlere yönelik talebin toparlanması karşısında, kapitalist ekonomilerdeki üretimin daha zayıf toparlanmasıdır. Hammadde, nakliye lojistiği ve kesintiye uğrayan ticaret zincirlerindeki küresel arz sıkıntıları fiyatları yukarı çekti. Bu durum, fiyatların tüm zamanların en yüksek seviyelerine ulaştığı enerji ve gıda arzını ciddi şekilde etkiledi. Ukrayna’daki savaş da bu durumu daha da kötüleştirdi.

Enflasyon çoğu ülkeyi ciddi şekilde etkiledi ancak hiçbiri yılda yüzde 80’in üzerinde bir enflasyon oranına sahip olan Türkiye kadar acı çekmedi. Türkiye’de durum daha da kötü çünkü hükümet, insanların yaşam standartları pahasına karlılığını sürdürmek için faiz oranlarını düşürmeyi tercih etti. Bu da yabancı yatırımcıların yatırımlarını Türkiye’den çekmesine ve dolayısıyla Türk lirasının değer kaybetmesine yol açtı. İşçiler, hükümetin yapay bir canlılığı sürdürme çabasının bedelini, satın alma güçlerini kaybederek ödüyor.

Türkiye, Ukrayna-Rusya Savaşı’nda savaşan iki tarafla iş geliştirerek kendi kârını arttırma fırsatını görüyor. Türkiye düzenli olarak kendi askerlerini Kuzey Irak’a gönderiyor ve bir kısmını da Suriye’de tutuyor. Azerbaycan ve Ermenistan savaşında Kafkasya üzerindeki etkisini genişletmeye çalışıyor. Türkiye ordusunun listelenen savaş ve çatışmalardaki istekleri ile Türk ekonomisinin kapasitesi birbirinden ayrışıyor. Türkiye ekonomik krizden asıl sorunlarını çözmeden çıkmaya çalışmaktadır. Bu çabaların ve politikaların arkasındaki ekonomik strateji nedir?

Dediğiniz gibi, hükümet üyesi olduğu NATO ile Suriye’de iş birliği yaptığı Rusya arasında denge kurmaya ve yeterli enerji ve gıda ithalatını sürdürmeye çalışıyor. Ayrıca savaş Türkiye sermaye kesimleri için çok kârlı olabilir. Ancak bunun Türkiye’deki emekçi halk için hiçbir faydası yoktur. Onlar için en iyi çözüm Ukrayna, Suriye, Irak, Yunanistan ve Ermenistan’daki bu sınır çatışmalarının sona ermesidir.

2008-2009 dönemini uzun bir depresyona dönüşen büyük bir durgunluk olarak tanımlıyorsunuz. Bunu nasıl gerekçelendiriyorsunuz?

‘The Long Depression’ (Haymarket, 2016) adlı kitabımda, bir ya da iki yıl süren ve ardından kapitalist ekonomilerin bir süreliğine eski büyüme oranlarında toparlandığı ‘normal’ durgunlukların aksine, 2008-2009 Büyük Durgunluk’undan sonra bunun gerçekleşmediğini savundum. Büyük ekonomiler üretim, yatırım ve gelirler açısından düşük bir büyüme trendine saplanıp kaldı. Önde gelen ekonomiler, yıllık ortalama yüzde 3-4 büyüme yerine sadece yüzde 1-2 reel GSYH büyümesi yaşarken işgücü verimliliğindeki büyüme sıfıra doğru düştü. Bunun nedeni, üretken varlıklara (teknoloji, altyapı, lojistik, enerji) yapılan yatırımlardaki büyüme yavaşlarken, şirketlerin kârlarını üretken olmayan varlıklara (gayrimenkul ve finansal menkul kıymetler), spekülasyona yönlendirmeleriydi. Buradaki sebep ise üretken sermayenin karlılığının tüm zamanların en düşük seviyelerinde kalmasıydı. Zayıf şirketlerden, yani ‘sırttaki yükten’ kurtulmak yerine merkez bankaları tarafından enjekte edilen ucuz kredi, bu zombi şirketleri ayakta tuttu. Bu da diğerlerinin karlılığını düşürdü. Ve şirketler emek tasarrufu sağlayan teknolojilere yatırım yapmak yerine düşük ücretlerle daha fazla işçi çalıştırdı. İşsizlik oranları düşük kaldı ama kârlılık da düştü.

‘UZUN DEPRESYON DEVAM EDECEK GİBİ GÖRÜNÜYOR’

Bu uzun depresyonun sermayenin karlılığının yeniden sağlanması halinde sona ereceğini belirtiyorsunuz. Böyle bir durumda Türkiye için hangi gelişmeyi öngörüyorsunuz?

Dünya ekonomisi pandemi öncesinde de yavaşlıyordu ve 2010’lardaki ‘kayıp on yılın’ ardından yeni bir çöküşe doğru gidiyordu. Dünya ekonomisinde 2020’de yaşanan pandemi çöküşü, çok şiddetli ancak nispeten kısa sürdü. Ancak küresel olarak kârlılık ve yatırımın temelindeki zayıflıkta hiçbir şey değişmedi. Bunun yerine ekonomideki toparlanma, keskin bir şekilde yükselen enflasyonun birçok kişinin yaşam standardının vurulmasına yol açtı. 2020-21’de enerji kârlarında yaşanan patlamaya rağmen genel kârlılık çok fazla toparlanmadığı için Uzun Depresyon devam edecek gibi görünüyor. Şimdi ekonomiler sonuncusundan sadece üç yıl sonra, 2023’te, yeni bir çöküşe doğru ilerliyor. Sermayenin kârlılığı sert önlemlerle keskin bir şekilde geri kazanılmadığı sürece düşük büyüme senaryosu devam edecektir. 2020’ler büyük ekonomiler için bir başka ‘kayıp on yıl’ ya da daha kötüsü olabilir. Türkiye bu küresel güçlerden kaçamaz. Türkiye’de sermayenin kârlılığı çok düşüktür ve şirketler ucuz kredi ve liranın değer kaybetmesiyle artan ihracat sayesinde ayakta kalmaktadır. Küresel faiz oranları yükseldikçe, dolar dış borç maliyetleri arttıkça ve dünya ticaretindeki büyüme ortadan kalktıkça 2023’te bu durum işe yaramayacak. Türkiye’nin 2023’te resesyondaki diğer ülkelere katılmasını bekleyin.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

deneme
dedektif | özel dedektif | fixbet giriş